AHİ EVRAN
AHİ EVRAN
Türk sufi ve Türk debbağlar loncası piri (XlV. yy) Adı, kaynaklarda Mahmut Seyit Nimetullah Ahi Evren ya da Nasirettin Pir-i Piran Ahi Evren olarak geçer. Yaşamı efsaneleşen bu Türk sufisiyle en eski bilgiye Gülşehri 'nin onun kerametlerini anlattığı Keramet-ı Ahi Evren adlı yapıtında rastlanır.(1317 den önce)Murat ll döneminde (1421–1444) yazılan Vilayetname-i Hacı Bektaş_ı veli adlı yapıtta ise, Ahi Evren Hacı Bektaş-ı Veli'nin bir dostu olarak görülür.676 H./1277 tarihinde yazıldığı öne sürülen bir vakfiyede ise adı eş Şeyh Nasirettin Pir-i Piran olarak geçer. Ancak Vakfiyede 1402 de ölen Hamit Veli'nin adının da bulunması 676/h.1277 tarihinin doğru olmadığını, vakfiyenin hiç olmazsa 1402 den sonra yazıldığını gösterir. Ahi Evren ile ilgili efsaneler bu kaynaklar dışında Ali'nin Künh ül ahbar ve Evliya Çelebi'nin seyahatname ve Yahya bin Halil el Burgazi'nin Fütuvvetnamesi'nde yer alır. Mezarının Trabzon (Boztepe) Konya, Kırşehir, Niğde ve Bursa'da olduğu öne sürüldüyse de günümüze kadar yalnızca Kırşehir'deki türbesi varlığını koruyabildi.
Fütuvvetnamelerde adı Mahmut olarak geçen ve Hz.Peygamber'in amcası Abbas'ın oğlu olduğu öne sürülen Ahi Evren'in Türk Debbağlarının piri olarak soyağacı, dünyadaki bütün debbağların piri sayılan Zeyd-i Hindi ya da Hallac-ı Mansur'a kadar çıkar.
Ahilik; kasabalara ve köylere kadar yayılan, en küçük örgütünden en büyüğüne kadar, millî birlik ve beraberliği, karşılıklı saygı ve sevgiyi, sosyal dayanışma ve yardımı temel ilkeler sayar. El birliği, gönül birliği ve kardeşlik havası içinde, din ve ahlâk kurallarına sıkı sıkıya bağlı, köklü, sağlam, düzenli ve millî bir toplum kurmayı amaç bilen, tarikat niteliğinde bir kuruluştur. Bu kuruluşa fütüvvet adı veriliyordu. Kendilerine özgü töreleri ve zaviye adıyla tanınan dernekleri vardı. Üyeleri daha çok meslek sahibi esnaftan kişilerdi. Küçük sanatların gelişip yayılmasında, sanat erbabının geleneksel kurallara göre yetiştirilmesinde ve ekonomik hayatını düzenlenmesinde bu birliğin büyük faydaları görülüyordu.
Fütüvvet ve ahiliğin tarihi eski olmakla birlikte, Anadolu'da ahiliğin kurulmasında Ahi Evran'ın öncülük ettiği söyleniyor ve Ahi Evran bu örgütün piri sayılıyordu.
Ahi Evran’ın asıl adı Şeyh Mahmud Nasurıddin’dir. Orta Asya’nın Türk bölgesi olan Horasan'dan Anadolu'ya göçmüş, XIII. yüzyılın ortalarında Konya'ya gelip yerleşmişti.
Hacı Bektaş-ı Veli hakkındaki deyişleri bir araya toplayan Velâyetname adlı esere göre, Konya'da bir süre oturan Ahi Evran, daha sonra Kayseri' ye gelmişti. Burada dericilik mesleğine girmiş, deri atölyelerinde çalışan bir işçi olmuştu. Deri terbiye etmenin, ham deriyi, türlü emek ve uğraşılardan sonra, olgun, kullanılır duruma getirmenin, onun. kokusuna dayanmanın, insanı eğitmek, onu olgunlaştırmak kadar güç olduğunu bildiğinden bu mesleği seçmişti.
Ahi Evran, çilesini tamamladıktan ve manevî gücünü de ispat ettikten sonra, Kırşehir'e gelmiş, ahilik örgütünü burada kurmuştu.
Ahi Evran, insan nefsinin bir ejder gücünde olduğuna, nefsini yenen kişinin, dünya hırslarından, kinlerinden, maddi isteklerinden arınacağına inanmıştı. İşte bu inanca bağlı olarak, Ahi Evran'ın nefis denen benlik yılanını içinden söküp atarak bir kamçı gibi elinde taşıdığı söylenmiş, kendisine yılanlı ahi anlamına gelen Ahi Evran denilmişti.
Ahilik, tasavvufî inançlar içinde, halka “eline, beline ve diline sahip olma” ilkesini, yani hırsızlık ve haramdan uzak durmayı, namuslu olmayı, sır saklamayı, kötü söz söylememeyi telkin etmiştir. İnsanlar arasında ahlâkî prensipleri yaymıştır. İyiye, doğruya ve güzele dönük, kardeşçe yaşama ilkeleriyle Osmanlı Devletinin sosyal ve ekonomik düzenini, ilk esnaf örgütünü kurmuş, devletin yardımcısı olmuştur.
Ahi Evran'ın kaç yıl yaşadığı bilinmemekle birlikte, XIV. yüzyılın başlarında Kırşehir'de öldüğü sanılmaktadır. Ahi Evran'ın hayatı, Hacı Bektaş-ı Veli’de olduğu gibi, yüzyıllardan beri söylenegelen çeşitli efsanelerle süslendiğinden, gerçek yaşantısı unutulmuştur. Ancak onun Kırşehir'deki türbesi, çağlar içinde Ahi Ocağı olarak yaşamış ve ziyaret edilmiştir. Ahi Evran adına, Ankara'da bir cami yaptırılmıştır. Camiin Selçuklu devri ağaç oyma işlemeli kapı ve pencereleri, bugün İstanbul'da, Amca Hüseyin Paşa Medresesinde saklanmaktadır.
Yorumlar
Yorum Gönder