RECEP YAZICIOĞLU
RECEP YAZICIOĞLU (1948 – 2003)
2 Haziran 1948'de Trabzon'un Sürmene
ilçesinde doğan Recep Yazıcıoğlu, yüksek öğrenimini Ankara Hukuk Fakültesi'nde
tamamladı. 1975 yılında askerliğini Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nda asteğmen
olarak yaptıktan sonra, 1968 yılında, Aydın Maiyet Memuru olarak göreve
başladı. 1971 – 1984 yılları arasında sırasıyla Kalkandere, Bahçe, Hamur,
Ayvacık, Kırıkhan, Alaca, Akçakoca kaymakamlıkları görevinde bulundu. 1971 –
1984 yılları arasında, sırasıyla Kalkandere, Bahçe, Hamur, Ayvacık, Kırıkhan,
Alaca, Akçakoca ilçelerinde kaymakamlık görevinde bulundu.
1984 yılında Tokat Valiliği'ne atandı.
Daha sonra, 14 Ağustos 1989'da Aydın Valisi olarak göreve başladı. 19 Ağustos
1991 tarihinde Erzincan Valiliği'ne atandı ve bu görevinden sonra, 26 Eylül
1999'da da Merkez Valiliği'ne getirildi. Evli, üç çocuk ve bir torun sahibi
olan Recep Yazıcıoğlu, zaman zaman yaptığı sistem eleştirileriyle ve aykırı
görüşleriyle dikkat çekti. Son olarak Denizli Valiliği görevinde
bulunan Yazıcıoğlu, 2 Eylül 2003'de Eskişehir-Ankara Yolu üzerindeki
Temelli Belediyesi yakınlarında trafik kazası geçirdi. Ankara İbni Sina
Hastanesi'ne yatırılan Yazıcıoğlu, kazadan iki gün sonra bitkisel hayata girdi.
Türk halkının yakından tanıdığı ve çok sevdiği Vali Recep Yazıcıoğlu, 8 Eylül 2003'de Ankara İbni Sina hastanesi'nde vefat etti. Cenazesi bir gün sonra, Söke ilçesinde defnedildi.
Türk halkının yakından tanıdığı ve çok sevdiği Vali Recep Yazıcıoğlu, 8 Eylül 2003'de Ankara İbni Sina hastanesi'nde vefat etti. Cenazesi bir gün sonra, Söke ilçesinde defnedildi.
Yardımcısının kaleminden Vali Yazıcıoğlu!
Onu ilk kaymakamlık kursunda bize ders
vermeye geldiğinde gördüm. O güne kadar hep toplum kalkınması çerçevesindeki
inanılmaz icraatlarını, Tokat efsanesini, traktörle veya motosikletle tebdili
kıyafet yaptığı habersiz denetimlerini, baston yutmuş gibi kasılmaktan bir
taraflarına felç inecek bürokrat tavırlarını, bürokrasiyi ve halkı da sığaya
çeken, toplumumuza başaramama fırsatını bile tanımayan merkeziyetçi yönetim
yapısına karşı alternatif çözümleri de ortaya koyan eleştirilerini birlikte
çalıştığı meslektaşlarımızdan, basından vs.. duymuştum. Aklıma takıldığı için
sordum: ‘Siz valilerin seçimle gelmesini savunuyorsunuz.
Seçimle gelen başarısız yöneticilerin
yanında tayinle gelen sizin gibi başarılı yöneticiler de var. Bir de üniter
yapı meselesi... Bu niye önemli?’ Bilmeden damardan girmişim. Üç saatin
nasıl geçtiğini anlayamadık. Ders bittiğinde hepimiz karşımızda örnek alınmaya
değer, heyecanı, iddiaları olan muhteşem biriyle karşılaştığımızı anladık. Her
meslek grubunda olduğu gibi mülki idarede onun gibi olmaya heveslendiğimiz bir
örnek insandı artık. Bu örneğin tekrarlanmaması gayretlerine de şahit olduğunu
söylerdi. Değil mi baltanın sapı bizdendi. 1984 yılından beri Türkiye’de
kaymakamların örnek aldığı, yanında çalışan hiçbir meslektaşımızın hakkında
olumsuz tek laf edemeyeceği bir insandı.
1993 yılında Erzincan Vali Yardımcılığı’na tayin edildiğimde Mümtaz Soysal’ın ‘zıpkın’ diye tarif ettiği birisinin yanına gitmekten dolayı epey heyecanlı ve memnundum. Merkeziyetçi yönetim yapısının Özal’ın bütün gayretlerine rağmen cari olduğu, güçlü yerel yönetim yapısının üniter devlet yapısına sanki ters addedildiği ülkemizde taşrada olmasına rağmen ülke gündemine yaptıkları ve söyledikleri ile girmeyi başarmış, bundan daha önemlisi hiçbir zaman ülke gündeminden çıkmamış birisi ile çalışmak her meslektaşıma nasip olacak bir mazhariyet değildi.
1993 yılında Erzincan Vali Yardımcılığı’na tayin edildiğimde Mümtaz Soysal’ın ‘zıpkın’ diye tarif ettiği birisinin yanına gitmekten dolayı epey heyecanlı ve memnundum. Merkeziyetçi yönetim yapısının Özal’ın bütün gayretlerine rağmen cari olduğu, güçlü yerel yönetim yapısının üniter devlet yapısına sanki ters addedildiği ülkemizde taşrada olmasına rağmen ülke gündemine yaptıkları ve söyledikleri ile girmeyi başarmış, bundan daha önemlisi hiçbir zaman ülke gündeminden çıkmamış birisi ile çalışmak her meslektaşıma nasip olacak bir mazhariyet değildi.
Altı yıl Erzincan’daki görev yaptığım
vakitler, şimdi hayatımda hatırlamaktan bile zevk aldığım en müstesna yıllardı.
Çalışana her türlü yetkiyi, imkânı vermeye programlanmış, Erzincan’da
çalıştığı dokuz yıl boyunca her türlü güzel işe bir yerinden mutlaka katılmış,
hiçbir şey yapamazsa gidip ‘aferin, arkanızdayım, her türlü yardıma hazırım’
sözünü söylemiş birisi olduğunu yakından gördüm. Bu sebeple ve sahip olduğu
müthiş bir empati yeteneği, içinde fazilet duygusuna yer vermek kaydıyla
başkalarının meşru menfaatlerine karşı duyduğu saygı sebebi ile herkesin
sevgisi yanında minnettarlığını kazandı.
Herkesi kucaklardı...
Herkesi kucaklardı...
Ancak Recep Yazıcıoğlu’nun hayattayken de
gördüğü müthiş ilgi ve sevgi için bunların yanında sahip olduğu başka
meziyetlerinin de olması gerekirdi. Bu ülke insanının birbirleri ile kavga
edenleri, marjinal olarak nitelenen unsurları da dâhil olmak üzere toplumun
bütün kesimleri tarafından benimsenmesi, sevilmesinin esas nedeni neydi?
Yanında çalışmış olmak hasebi ile şahsıma sorulan en önemli sorulardan birisi
de ‘yahu bu vali solcu mu sağcı mı?’ oldu. Üstelik bu soruyu soranların başka
yerlerde akademik lafazanlıklarla sol ve sağın bittiğini söyledikleri halde bu
soruyu sormaları söz konusuydu. Recep Bey’in bu kategorilere konulamayacak
kadar geniş vizyonu olduğunu, belli kalıplara sığmasının mümkün olmadığını
söylediğimde de kimseyi inandıramadığımı hep müşahede ettim. Geçen günlerde
İşçi Partililerle ülkücülerin ortak miting düzenlemesi yukarıdaki ifadeleri
belki bir ölçüde anlaşılır kılmıştır.
Recep Yazıcıoğlu kadar bu toplumu
kucaklayabilen, toplumun bütün kesimlerinin kendisini ifade edebileceği birisi
bugün artık Türkiye’de maalesef yok gibidir ya da varsa biraz daha öne
çıkmalıdır. Türkiye maalesef örnek alınmaya değecek önemli ve değerli sembol isimleri
bol olan bir ülke değildir. Solda, sağda, ileride geride vs.. hangimizin
arkasından gidebileceği kıvamda bir insan kalmıştır ki... Politikaya girseydi
bu kucaklayıcılığını muhafaza edemezdi diye düşünülebilecek bir ön yargıya
verilecek cevabı test etmek mümkün olamadan kendisini kaybettik. Ancak
politikada taraf olan Turgut Özal’ın cenazesine katılan milyonlar bu tür
iddiaların her zaman geçerli olamadığının ispatıdır.
Girdiği hiçbir yerde ikinci adam
olamayacak kadar kapasiteli, moda tabirlerin ifadesiyle vizyonu geniş,
doyumlarını sağlamış ve komplekslerinden arınmış birisi olarak Recep Yazıcıoğlu
idarecilik hayatında sağladığı başarı grafiğini politikada da mutlaka yakalardı
diye düşünüyorum. Çünkü siyasi iktidarların neden iki senede tıkandığının
nedenlerini çok iyi yakalayabilmiş birisi olarak sistematik düzenlemelere
gitmeden nokta bazlı proje ve icraatların devamını getirmenin çok zor olduğunu
devamlı ifade edegelmiştir. Yanlışların bir kısmını düzeltmenin aslında
yanlışta bile bir dengenin sağlanması sebebi ile yanlışlığın dengelerinin
bozulmasına ve boyutunun büyümesine yol açtığına, bu nedenle sil baştan
yapmadan başarılı sonuç alınamayacağına inanan nadir insanlardandır.
Belli makamlara gelen bürokrat ve
siyasetçilerin adeta 100, 150 yıl orada kalacağını zannederek icraat yapmaya
çalıştıklarını, yetkilerini merkezileştirmeye, taşrayı güçlendirmenin önüne set
çektiklerini, konumlarını kaybedenlerin de yapma fırsatını sanki hiç bulamamış
gibi sızlandıklarını, bunun ise trajikomik olduğunu ondan işittim.
Recep Bey bürokrasinin eline geçirdiği hiçbir ipin ucunu bırakmadığını, daima kâğıt üzerinde düzenli ama fiiliyatta iflas etmiş bir Türkiye’den yana tavır koyduğunu, karar aldığını, ıslahının ise gayri kabil olduğunu bu ülkede en iyi anlayan kişilerden biriydi. Her şeyi çözebilecek bir Süpermen olarak görülmesinin altında yatan esas sebep de budur. Adına açılan ziyaretçi defterine bir vatandaşımızın yazdığı şu ifade ilginçtir: ‘Sırat köprüsünün başında durup, ‘hadi uşaklar böyle gelin’ diyerek bizi karşıya geçireceksin’. Öbür dünyada da kendisinden kurtarıcılık beklenen bir devlet adamı herhalde başka yoktur. Sürekli söylediği; ‘kurtarıcı yoktur, halkın kendisi önce kendini kurtarmayı, kurtarıcılardan medet ummamayı öğrenmelidir’ sözüne rağmen bu toprakların gerçeği bu olup bu gerçeğin hükmünü gelecekte de icra edeceği açıktır.
Recep Bey bürokrasinin eline geçirdiği hiçbir ipin ucunu bırakmadığını, daima kâğıt üzerinde düzenli ama fiiliyatta iflas etmiş bir Türkiye’den yana tavır koyduğunu, karar aldığını, ıslahının ise gayri kabil olduğunu bu ülkede en iyi anlayan kişilerden biriydi. Her şeyi çözebilecek bir Süpermen olarak görülmesinin altında yatan esas sebep de budur. Adına açılan ziyaretçi defterine bir vatandaşımızın yazdığı şu ifade ilginçtir: ‘Sırat köprüsünün başında durup, ‘hadi uşaklar böyle gelin’ diyerek bizi karşıya geçireceksin’. Öbür dünyada da kendisinden kurtarıcılık beklenen bir devlet adamı herhalde başka yoktur. Sürekli söylediği; ‘kurtarıcı yoktur, halkın kendisi önce kendini kurtarmayı, kurtarıcılardan medet ummamayı öğrenmelidir’ sözüne rağmen bu toprakların gerçeği bu olup bu gerçeğin hükmünü gelecekte de icra edeceği açıktır.
Bir recep ayında hayattan kopan Recep
Yazıcıoğlu açısından el hak bu vatandaşın temennisinin de gerçekleşeceğine
benim itikadım vardır. Onun gerçekten iyi bir idareci olmak yanında muhteşem
ölçülerde iyi bir insan olduğunun dünyada ve urbadaki şahitlerinden birisi de
benim.
Bürokrasiye savaş açmıştı...
Usulsüzlük ile yolsuzluğun devamlı
karıştırıldığı Türkiye’de yolsuzluğu yok, usulsüzlüğü çok bir bürokrat olarak
Molla Kasımları hiç eksik olmamıştır. Değil devlette özel sektörde bile usule
uymak suretiyle icraat yapmak zordur; çünkü bürokratik yapılanma ve zihniyet
köprü değil maalesef duvar fonksiyonuna sahiptir. Bu ülkede toplumla bürokratik
yapı arasında adeta ilan edilmemiş gizli bir savaş vardır ve savaş kuralları
hükmünü icra etmektedir. Yatırımcı bir işadamını dinlerseniz çok rahat ikna
olmanız mümkündür.
Burada usule hiç uymamak gerekir
şeklindeki değerlendirmelerin yanlış olduğu ise her türlü izahtan varestedir.
Kuralsızlık zaten hiçbir toplumun katlanabileceği bir olgu değildir. Ancak
kuralların uygulanamamasının gerisinde yatan gerçeklerden birisi de budur.
‘Siz isterseniz yaparsınız’ tarzındaki halk değerlendirmesinin gerçekçiliği vardır. Biz devletlûlar istersek yapabiliriz. Neyi istedik de yapamadık ki... Ben Recep Bey’de bunun sayısız örneklerine şahit birisi olarak halkın bu anlayışının yersiz olmadığını ifade etmekle yetiniyorum.
Recep Yazıcıoğlu gibi insanları büyük yapan en önemli hususlardan birisi yaptıkları işlerden daha çok başlattıkları süreçler, açtıkları yollardır. Her zaman yapılacak sonsuz sayıda iş vardır ve bunları yaparak ihtiyaç ve beklentileri karşılamak imkânsızdır. Ancak açılan yollar ve başlatılan süreçler sonsuz sayıdaki işlerin vs.. yapılmasına uygun ortamı hazırlar. Esas olan da budur. Devletin müthiş harcamalara rağmen hizmetlerinde yetersiz ve kalitesiz olması işleri vs.. yaparak bitirmeye çalışmak istemesindendir. Yetişmenin mümkün olamadığı, yönetilemez büyüklükleri yönetmek iddiasında olmak başarısızlığı peşinen kabul etmek demektir. Aynı ödenekler, aynı mevzuatla Recep Bey’in farklılığını ortaya koymasının sırrı da budur.
‘Siz isterseniz yaparsınız’ tarzındaki halk değerlendirmesinin gerçekçiliği vardır. Biz devletlûlar istersek yapabiliriz. Neyi istedik de yapamadık ki... Ben Recep Bey’de bunun sayısız örneklerine şahit birisi olarak halkın bu anlayışının yersiz olmadığını ifade etmekle yetiniyorum.
Recep Yazıcıoğlu gibi insanları büyük yapan en önemli hususlardan birisi yaptıkları işlerden daha çok başlattıkları süreçler, açtıkları yollardır. Her zaman yapılacak sonsuz sayıda iş vardır ve bunları yaparak ihtiyaç ve beklentileri karşılamak imkânsızdır. Ancak açılan yollar ve başlatılan süreçler sonsuz sayıdaki işlerin vs.. yapılmasına uygun ortamı hazırlar. Esas olan da budur. Devletin müthiş harcamalara rağmen hizmetlerinde yetersiz ve kalitesiz olması işleri vs.. yaparak bitirmeye çalışmak istemesindendir. Yetişmenin mümkün olamadığı, yönetilemez büyüklükleri yönetmek iddiasında olmak başarısızlığı peşinen kabul etmek demektir. Aynı ödenekler, aynı mevzuatla Recep Bey’in farklılığını ortaya koymasının sırrı da budur.
Kendisine ulaşılamayacak ölçüde liderlik
özelliklerine sahip olmasının bu sırrı maalesef yeterince anlaşılamamış,
dolayısı ile bu kadar yıllık idarecilik hayatında onu aşacak kapasitede
insanlar yeterince ortaya çıkamamıştır. Bunun bir ufuk, vizyon meselesi olduğu
açıktır. Bu olgunun bir diğer örneği de rahmetli Turgut Özal’dır.
Seni ameliyat masasında sargılar
içerisinde yatarken gördüm. Tıbben öldüğünü söyledikleri, makineye bağlı
yaşadığın anda bile görünüşün gerçekten heybetli ve muhteşemdin. Özal’ın
ölümünde duyduğum acı ve hüznün daha yoğununu bize yaşattın. Sen bu düzeni
bozuk, insanların haysiyeti ve şerefinin hiçe sayıldığı, demokratlığın özünün
yakalanamadığı, adam yerine konulmaya, başarıya, saygıya aç bu toplumdan,
kötülüğün kol gezdiği diyarlardan bizi yalnız başımıza bırakıp, umutlarımızı,
gelecek hayallerimizi de beraberinde götürüyorsun. Dik durdun, dik gidiyorsun.
Allah makamını cennet eylesin. Güle güle büyük insan, güle güle...
Denizli Vali Yardımcısı Yazıcıoğlu’nun
yakın mesai arkadaşı Orhan Özturk
Yorumlar
Yorum Gönder