İBNİ RÜŞT EBU VELİT MUHAMMET İBN-İ SİNA ( 980 – 21 Haziran 1037 )

İBNİ RÜŞT  EBU VELİT MUHAMMET

Arap filozofu (Kurtuba 1126-Merakeş 1198) İspanya 'da Endülüs'te 11.yy.'ın ikinci yarısında başlayarak gelişen akım içinde Aristoteles'e bağlı olarak ortaya çıkan Mesaiciler'in (Peripatik'ler) en son ve en yetkin filozofu.Batı düşünce tarihinde Aristoteles'in en büyük açıklayıcıları arasında yer alır.Bunun için "Ortaçağ'ın ne büyük Aristo târihi olarak kabul edilir.Kurtuba'da bir kadı ailesinden gelmektedir.Kadı olarak yetişti.Büyük babası gibi baş yargıç oldu.Öğrenimi zamanın en iyi hocaları elinde mantık,ilahiyat,hukuk,(fıkıh) tıp,matematik,astronomi ve felsefe dallarında oldu.28 yaşına geldiğinde Fas'a Marekaş kentine bir gezi yaptı.Bu geziden dönüşünde Külliyat adlı ünlü tıp kitabını yazdı.O sıralarda Fas'ta Muvahhidi hükümdarı Emir Ebu Yakup Yusuf veziri de bilgin İbni Tufeyl idi.İ.Tufeyl'in önerisiyle Emir Yusuf   İbni Rüşt'ü sarayına çağırdı.Aristoteles'in eserlerinin karanlık kalmış yanlarını açıklamakla görevlendirildi.İbni Tufeyl görevinden ayrılınca onun yerine geldi.(1182)
İbni Rüşt en sağlam dayanak olarak bilim ve felsefeyi görür.Ölümünden önce baskılarla ayrıldığı saraya dönmesi için çağrılmışsa da o köşesinde kalmayı tercih etmiştir.
Eserlerinin incelenmesi sonucunda Aristoteles'in  üzerinde derin incelemelerde bulunduğu görülür.Tüm çalışmalarda Aristoteles'e bağlı kaldı.(Bu yüzden İ.Gazali tarafından kâfirlikle hükmolunmuştur).
Tüm online kadın giyim fırsatları için tıklayın !

 İBN-İ SİNA ( 980 – 21 Haziran 1037 )
Hicrî 370, milâdî 980 senesi Ağustos ayında, günümüzde Afganistan sınırları içerisinde bulunan Belh şehrinde dünyaya geldi. O tarihlerde Belh, Sultan Gazneli Mahmut’un yönetiminde idi. Daha sonraki yıllarda ise Selçuklu İmparatorluğu’nun hâkimiyetine geçti. Şehrin sâkinleri, 20 yüzyılın başında, yakınlarında kurulan Mezar-ı Şerif’e göç edince, Belh, küçük bir kasaba hâline dönüştü.
Belh, muhteşem bir şehir durumunda iken, İslâm kültür ve medeniyetinin gelişmesine katkıda bulunan pek çok ilim adamının yaşadığı bir yerleşim merkezi idi. Hazret-i Mevlâna Celâleddin-i Rumî’nin babası olan ve 1160 – 1231 yılları arasında yaşayan Sultânü’l – Ulema (âlimlerin Sultanı) Bahaeddin Veled, 711 – 783 yılları arasında yaşayan İbrahim Edhem Hazretleri ve 980 – 1037 yılları arasında yaşayan İbn-i Sînâ… ve diğerleri gibi. Eserlerini Arapça yazdığı için İbn-i Sînâ’nın Arap milletinden olduğunu söyleyen batılı yazarlar vardır. Bazı eserlerini de Farsça kaleme aldığı için ülkemizde yayınlanan bâzı ansiklopedilerde, İranlı olduğu belirtilir. Daha 17 yaşında bir delikanlı iken Buhara hükümdarının tedavisini başarıyla gerçekleştirdi.”Kanun” isimli tıp kitabıyla ün saldı.Bu kitap Avrupa Üniversitelerinde asırlarca ders kitabı olarak okutuldu.İbn Sina görüşlerinde deney ve akla dayanan ,duyularla elde edinilen akıl verilerini akıl ilkelerine göre değerlendiren ,açıklayan bir anlayış sahibidir.Batılılar O’nu Avicenna ismi ile anarlar. Yalnız doğuda değil, Orta Çağ Avrupa’sında da en büyük tıp bilgini olarak kabul edilir. En meşhur eseri: el – Kanun fî’t – Tıp adı ile kaleme aldığı beş ciltlik tıp kitabıdır. Bu eser, on ikinci asırda Lâtince’ye, on yedinci asırda Fransızca’ya çevrilerek üniversitelerde mecbûrî ders olarak okutuldu. Kitap, on sekizinci asırda Türkçe’ye çevrildi.
İbn-i Sînâ, yalnız tıp alanında değil; felsefe, İslâmiyet, matematik, mantık, astronomi, farmakoloji olarak adlandırılan ilâçlarla canlılar arasındaki etkileşimi inceleyen ilim dalında, fizik, kimya, jeoloji, musîkî ve edebiyat sahasında, âlim mertebesinde bilgi ve söz sâhibi idi.Henüz on yaşında iken Kur’an-ı Kerim’i ezberledi. Değişik hocalardan fıkıh, kelâm ve felsefe üzerine dersler aldı. Farâbî’nin eserlerinden yararlandı. On yedi yaşında iken, dönemin Buhara Prensi Sâmânoğlu Nuh’u, yakalandığı amansız hastalıktan kurtardı. Bu başarısı sebebiyle saray kütüphanesine memur olarak tâyin edildi. Her türlü ihtiyaçları karşılanacak şekilde maaşa bağlandı. Tefekküre vakit ayırıp, akıllara durgunluk veren enerjisi ve ısrarlı didinişleri ile daha yirmi beş yaşında iken âlim mertebesine yükseldi. İrfan sahasının genişliğini gösteren eserleri incelendiğinde O’nun âlim bir doktor, sistemler koyan bir filozof, keşifler yapan bir farmakolog, müthiş bir riyâziyeci, kudretli bir mantıkçı, engin bir din âlimi olduğu anlaşılır.
İbn-i Sînâ, ilmi ile olduğu kadar ahlâkı itibariyle de mümtaz bir şahsiyettir. İftiralar sebebiyle hayatının bir bölümünü hapishânelerde ve sürgünlerde ezâ ve cefâ içerisinde geçirdi. Kendisine yapılan haksızlıkların intikamını alma imkânlarına sâhip olmasına rağmen, buna tenezzül etmedi. Bilgisini, ilmini ve mâhâretini, insanların iyiliği ve huzuru yolunda cömertçe kullandı. Akıl hastaları o devrin Avrupa’sında, karanlık mağaralarda öldüresiye dövülmek suretiyle tedâvi ediliyordu. İbn-i Sînâ, dünyada ilk defa bu metodun yanlış olduğunu, insanca muâmele etmenin daha faydalı sonuçlar doğuracağını iddia ve ispat eden kişidir.
İbn- Sînâ, başta İmam-ı Gazâli olmak üzere, bâzı İslâm âlimleri tarafından sapkın olmakla, dîne aykırı davranışlar içerisinde bulunmakla suçlandı. Ömrünün son dönemlerinde bu düşünce ve davranışlardan vazgeçtiği, tövbe ettiği bilinmektedir. O’nun bu hâlini, “olağan üstü zekâsının (dehâ ile cinnet arasındaki) med – ceziri” olarak değerlendirmek mümkündür.
Kısa ömrünün son dönemlerinde yazdığı eserlerde, şu cümlelere yer vermiştir: “Biz beşeriz. Sen bizim tövbemizi kabul et Ya Rabbi !” - “ Kalbinde, senin azâmetinden başka sevgi bulunduran kalp, hastadır.” —Ya Rabbi ! Fitneden sana sığınırım. Senden yüz çeviren kalpleri kendine çevir. Eğer nefislerimizin hastalığını ve körlüğünü sen iyi edip şifâya erdirmez isen, Senden başka kime mürâcaat edebiliriz ki ?”
Batılı âlimler, bir türlü yenemedikleri sahte gururları ile hurâfeler içinde boğulup bâtıla meylederken O, ilimde ilerledikçe mutlak kudrete yaklaşıyor, O’na teslim oluyordu.
İlk olarak hastalıkların insandan insana bulaşmasını sağlayan mikrobun varlığını dile getiren olmakla birlikte ruh hastalıklarını yine tedavi etmeyi başarmıştır.Ancylostoma hastalığını ilk bulan o dur.Kanun adlı eserinde bağırsak kurtlarından oluşan bu hastalıktan bahsetmiş ve bu kurda yuvarlak kurd adını vermiştir.bu hastalık hakkında 1922 yılına kadar 50.000 eser ve makale yazılmıştır.Amerika’da Rokofeller şirketi tüm bu yayınları toplamış ve bu hastalığı keşfetme şerefinin İbn-i Sina’ya ait olduğunu itiraf etmiştir.
Tıbbı Calinus diriltti,dağınık halde idi.Razi topladı,noksanları İbn-i sina tamamladı sözü eskiden beri söylenir.
Elli yedi yıllık hayatında iki yüz elliden fazla eser kaleme aldı. Eserlerinin çoğu günümüze ulaşmamıştır. Günümüze ulaşan eserleri büyüklüğünü ve tâkip ettiği yolu anlamak için yeterlidir. Doğuda; tıp, felsefe ve ilâhiyat alanlarında İbn-i Sînâ’nın çağlar boyunca süren ağırlığı, İslâm düşüncesinde bu gün canlı bir şekilde devam etmektedir.
O’na göre bütün varlıkları tek ve en yüce güç olan Allah (cc) yaratmıştır. Cenab-ı Allah, bütün vasıflarıyla tektir. Ölüm; bedenlerin, kendilerini yaradana dönüşüdür. Ruh bir mânevî cevherdir, yok olmaz. Bedenin ölümünden sonra da varlığını sürdürür.
İbn-i Sînâ’ya göre psikoloji; metafizikle fizik arasında bağlantı kuran bir ilim dalıdır. Metafizik, asla ait olan en temel konuları inceler. O’na göre düşünen nefs, faal akıl yoluyla Allah’a bağlanır.
Himayesine girdiği hükümdar Alâü’d – Devle ile birlikte çıktığı sefer sırasında hastalandı. Kendi kendini bir müddet tedâvi etti ise de bağırsaklarındaki mikrobik hastalığın gelişmesini önleyemedi. Günümüzde, İran sınırları içerisinde bulunan Hemedan şehrinde toprağa verildi.
Ülkemizde, beş adet büyük hasta hâne, İbn-i Sînâ adını taşımaktadır. O’nun adı aynı zamanda yüzlerce okulun da adıdır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İMAMI AZAM EBU HANİFE İMAMI BUHARİ

HOCA SADETTİN EFENDİ

BURAK REİS